www.soL.org.tr
Bana bürokratını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim
Ahmet Alpay Dikmen 7 Mayıs 2008, Çarşamba

Hazine, Merkez Bankası, DPT gibi kurumlarda görev yapan bürokratları giyim kuşam ve tavırları bakımından herhangi bir bankada görev yapan üst düzey bir yöneticiden ya da borsa simsarlarından çoğu zaman ayırmakta güçlük çekiyorum. Biryantinli saçlı, renkli kravatlar takıp ve renkli gömlekler giyen, lüks arabalara binen, konuşmalarının arasına sık sık yabancı kelime ve cümleler sokuşturan, "kalite takılan" (!) bu yeni bürokratik eliti, benim bedensel ve zihni gelişimimde en önemli rolü üstlenmiş ve eski bir bürokrat olan dedem Ahmet Sefer Dikmen ile karşılaştırdığımda iki farklı dünyayı bir arada yaşıyormuş hissine kapılıyorum.

Dedem ölmeden önce Osmanlıca-Türkçe sözlük yazmak işi ile uğraşırdı, bütün Türk ve dünya klasiği romanları okumuş, şiir, edebiyat ve tarihten zevk alan, evinde zengin bir kütüphanesi olduğu için gurur duyan bir adamdı. Yeni bürokratik elit ise yurtdışında, özellikle A.B.D. ya da İngiletere'de  master veya doktora yapmış, yabancı dil bilmekle gurur duyan, roman veya şiir okumaktan çok bir takım ingilizce "business" dergileri okuyan, dünya borsaların takip eden, lüks lokantalarda yemek yemekten ve alternatif tatilden (Fransa Alplerinde kayak yapmak, Tibet'e gitmek ya da Kızıldeniz'de dalmak gibi) hoşlanan, evinde dünyanın çeşitli yerlerinden getirdiği içki kolleksiyonu bululan, misafirlerine bunları ikram ederken herbirinin öyküsünü ballandıra ballandıra anlatan bir model olarak karşımıza çıkıyor. Bu bürokratik elit Ankara'da genellikle Çankaya, Karakusunlar, Bilkent, Ümitköy hattında ikamet etmekte, Eskişehir yolu üzerindeki işyerlerine oldukça lüks arabaları ile ulaşmakta, Kızılay veya Ulus gibi genellikle avam takımının takıldığı bölgeleri yılda ortalama olarak 1-2 kez görmekte, bowling oynamaktan, filmleri ingilizce orijinal dilinde izlemekten hoşlanmaktadır. Ankara'da bu elit sayesinde komik Amerikanvari bir "suburban life sytle" gelişmiştir. Ümitköy civarında bahçeli dubleks/tripleks evlerinde, büyük bahçe malzemesi satan hipermarketlerden satın alınmış bahçe sandalyesi, bahçe lambaları ve kendileri tarafından yetiştirilmemiş çimler üzerinde şaraplı barbekü (bildiğiniz mangal) partileri eşliğinde karşılıklı "Amerika yılları" özlemle yad edilmektedir.

Bu tarz bir hayat stilinin rastlantı eseri ortaya çıkmadığına dair Türkiye'de, kanımca, yeterli malzeme de vardır. 1985 yılına kadar genellikle Ankara'dan hemen her gelir grubundan insanın bir araya geldiği Ulus-Kızılay hattında bulunan bürokrasi binaları, bu hattan kopartılmış ve Eskişehir yolu üzerine taşınmıştır. Ankara'da Kızılay, gelir grupları açısından bir tür sınırdır. Kızılay'ın üst kesimi üst gelir gruplarının yaşadığı, alt kesimi ise at gelir gruplarının yaşadığı bölgelere açılmaktadır. Eskişehir yolu tercihi, "ben zengini severim" diye böbürlenmeyi kendisine ilke edinmiş ve tüm devlet örgütlenmesini de zengini desteklemek üzerinden yeniden şekillendirmiş bir başbakan ve ideolojisinin ürünüdür. Bürokrasi binaları Eskişehir yolu hattına taşınınca bürokratik elit bakımından kesin kes bir tercih yapılmıştır: Yeni elit zengin kesimlere yakın olacak, fiziksel varoluşu Türkiye'nin zengin kesimleriyle içli dışlı olacaktır. 

Türkiye'de 1980 sonrası sadece ekonomi politikalarında köklü bir dönüşüm yaşanmakla kalmamış, başta bürokratik elit olmak üzere Türkiye yönetiminde söz sahibi olan insan unsurunun niteliği de köklü bir biçimde değişikliğe uğratılmıştır. Bürokratik elitin kabuk değiştirmesinin altında Türkiye'nin içerisine düştüğü bir çıkmaz etkili olmuştur ama sonra bu etkinin gerektirdiği çerçevenin çok çok ötesinde bir iktidar, devlet kademeleri eliyle tüm topluma hakim kılınmıştır. Bu cümlenin bir miktar açılmasında fayda olduğu kanısındayım.

80'li yıllara Türkiye büyük bir yabancı borç yükü ile ulaşmıştı. Bu nedenledir ki Türkiye'nin ekonomik politikasının temeline, dış borcun çevrilebilmesi sorunsalı hakim olmuştur. Eski bürokratik kadrolar, borçlu bir ekonominin nasıl sevk ve idare edilmesi gerektiği konusunda yeterli donanıma sahip değillerdi. Onlar daha çok ulusal bir ekonomide verginin ve vergi gelirlerinin yeniden dağılımı üzerinden devlet politikasını idare etmeye alışmışlardı. Bu süreçte de önemli bir işlev görmekteydiler; eski bürokratik örgütlenmenin temel işlevi, siyasiler ve toplum arasına bir tampon oluşturma görevi üzerinden tanımlanabilir kanısındayım. Kamu kaynaklarını bir sonraki seçimleri garanti altına almak için dağıtmaya hazır siyasetçiler ile bu kaynaklardan nemalanmak için fırsat kollayan toplum katmanları arasına, yasalar-yönetmelikler yardımıyla bir tampon oluşturan ve kamu kaynaklarını görece koruma düsturu ile hareket eden bir bürokratik elit hem toplumun hem de devletin koruyucusu olma misyonu ile hareket etmekte, ‘Türkiye'nin muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasında önemli bir görev' üstendiğini düşünmekteydi.

24 Ocak 1980 kararları Türkiye ekonomisi açısından sadece ekonomi politikaları bakımından değil, bu politikaları yürütecek bürokratik elit bakımından da bir dönüm noktası oldu. Devletin yeni öncelikleri yeni bir bürokratik elite gereksinim doğurdu ve bu elit bu gereksinimi karşılayacak hatta daha fazlasını sağlayacak şekilde yetiştirildi. Bu yeni elit yabancı dil bilmeli, uluslararası kuruluşların (IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vb.) çalışma tarzından haberdar olmalı, onlarla müzakerelere girebilmeli, uluslararası kuruluşların belirlediği uluslararası standartları yakından takip etmeli ve Türkiye'nin "ilerlemesi" için bu standartları Türkiye'ye hakim kılmak ödevi ile kendisini yükümlü hissetmeliydi.

İlk önce (1983 Özal Hükümeti ile birlikte) DPT'nin üç önemli kurulunun başına "Özal Prensleri" diye bilinen ve A.B.D'de yüksek lisans-doktora yapmış ve özel sektör deneyimi olan bir takım kişiler getirildi ve bir kaç yıl Türkiye'nin ekonomi politikasından bu kişiler söz sahibi oldu. Arkasından daha köklü bir operasyon olarak Hazine, Maliye Bakanlığı'ndan kopartılarak ayrı bir Müsteşarlık haline getirildi ve bu Kuruma klasik işlevlerinin çok çok ötesinde görevler verilerek Türkiye ekonomisi için önemli hemen hemen tüm kararlar bu Kurum içerisinde alınmaya başlandı.

Hazine, Merkez  Bankası, DPT gibi devlet kurumlarından inanılmaz sayıda bürokrat yurtdışına master ve/veya doktoraya gönderilmeye başlandı. Bir önceki cümledeki "inanılmaz" lafını abartılı saymamanızı rica edeceğim çünkü günümüzde bu kurumlarda yurtdışına gitmek için burs olduğu halde bu bursu kullanacak bürokrat bulunamayabilmektedir. Üstelik bu burslar bürokratlara bütün ömürlerini refah içerisinde geçirme olanağı sağlayacak kadar bereketli bir kazanç kaynağı sağladığı halde! Bürokratlarımız 3-4 yıllığına yurtdışına aylık 2250 dolar ile görevli gönderilmekte, bu süre zarfında Türkiye'deki maaşlarının da %60'ı işlemeye devam etmektedir. Bürokratlarımızın maaşlarının da hiç düşük olmadığını hatırlatmak isterim! Hazine'de uzman kadrosundaki bir bürokrat ayda 2500 YTL'den fazla maaş almakta, BDDK, SPK, Merkez Bankası gibi kurumlarda bir bürokrat 4500 YTL civarında maaş almaktadır. 2250 dolar ABD'de eğer New York ya da Los Angeles gibi büyük kentlere gitmiyorsanız inanılmaz iyi bir paradır. YÖK bursunun 1100 dolar olduğunu ya da ABD'deki bir üniversitede bir araştırma görevlisinin maaşının 600-1200 dolar arasında değiştiğini hatırlatacak olursam bürokratlarımıza sağlanan bu olanağın ne denli önemli bir maddi destek olduğunu sizler de taktir edersiniz kanısındayım. Bürokratlarımız bu sayede önemli birikimler sağlamakta ve Türkiye'ye döndüklerinde Ankara'nın en lüks semtlerinde bir ev, belki deniz kenarındaki güzide tatil yörelerinde bir yazlık ve lüks bir araba edinebilmektedirler.

Birkaç haftadır emeğin vasfı üzerine yazmaya çalışıyorum. Bu tartışmayı bir miktar "bürokrasi" ve "bürokratik emek" üzerine çevirmekte fayda olduğu kanısındayım. Önümüzdeki ay bu konuya ve Türkiye'nin bürokratlar eliyle nasıl dışa bağımlı hale getirildiği konusuna devam etmek üzere dirençli kalınız.

[email protected]

yazici   mail