www.soL.org.tr
Borç, borcun sürekliliği ile gelir dağılımı arasındaki ilişkiler
Burak Gürbüz 18 Mayıs 2008, Pazar

Borç ilişkisi bir alacaklı verecekli ilişkisidir. Bu süreçte iki kesimden birinin (bu kesimler ülkeler olabilir, bankalar olabilir veya toplumsal sınıflar olabilir) sermaye fazlası olması gerekir, ikincisi de bu fazla sermayeye talip olması gerekir. Fazla sermayeye sahip olan taraf, sermaye eksiği olan karşı tarafa kredi açacaktır. Sermayenin dolaşım süreci, kapitalist üretim süreciyle ilintilidir. Yani bir başka deyişle sermaye'nin dolaşımının asıl nedeni, emek sömürüsüne dayalı sanayi üretimindeki artı-değerin artırılması içindir. O zaman şöyle diyebiliriz: sermaye'nin dolaşımı, kapitalizmin sermaye birikimini sağlamak içindir. Alacak verecek borç ilişkisi olabilmesi için, hem alacaklı hem de verecekli için, sermaye birikimi gerekmektedir. Borç ilişkisi bu bakımdan sermayedarlar arası bir ilişki olmak zorundadır. Bu ilişki de çalışanların yer almamasının en temel nedeni, emekçilerin üretime dâhil olup artı-değer yaratmış olsalar da, artı-değerin kârlara dönüştüğü ticari ilişkilerin dışında kalmalarıdır.

Çünkü emekçi sermayedar adına çalıştığından ürettiği artı-değer ve dönüşen metanın mülkiyeti de sermayedarındır artık. O zaman alacak verecek borç ilişkisi ancak ve ancak artı-değere el koyan sermaye sahipleri tarafından mümkün olabilir. Çalışanlara gelince, onların kapitalist üretim sistemindeki rolleri zaten bellidir: Sermaye için artı-değer yaratmak. Bu açıdan emekçi nasıl üretimdeki artı-değeri kendi yaratıp sermaye sınıfı adına çalıştığından ticari ilişkiler içinde yer almıyorsa da, borçlanan taraf kendisi değildir elbet, fakat o borcun ödenmesinde daha fazla çalışıp, daha fazla emek sömürüsüne mazur kalacak kişi kendisidir. Bu bakımdan emekçi sınıfın yarattığı artı-değer hem sermaye birikimine neden olacak, hem de borçlunun borçlarını ödeyebilmesini sağlayacaktır. Buharin'in söylediği gibi, borç veren ülke, aslında kendi işçisinin yarattığı artı-değerin bir kısmını borç alan ülkeye aktarmaktadır. Borç alan ülkenin borç faiz ödemeleri ise yine o ülkenin işçisinin yarattığı artı-değerin bir kısmının alacaklıya transferidir. "Dolayısıyla her iki tarafta da işçi ve kapitalisti arasında mevcut olan üretim ilişkilerini ifade eder. Böylece bağlar her iki ülkenin hem işçileri hem kapitalistleri arasında kurulur" der Buharin.

Borçlarla gelir dağılımı arasında bir bağ kurabilir miyiz o zaman? Marx'ın Kapital'in birinci kitabında kamu borçlarından bahseder. Borçlu devlet, borçlarının faizlerini ödeyebilmek için daha fazla vergi yoluna başvuracağından bahseder. Böylece modern maliye sistemi ulusal borçlanma yönteminin vazgeçilmez desteği olmaktadır. Vergilerin arttırmak, aynı zamanda devletin daha fazla gereğinden harcama yapıp daha fazla borçlanmasına da neden olacaktır. O zaman diyebiliriz ki artan borçlar gelir dağılımını çalışanlar aleyhine daha fazla bozacaktır yani emek sömürüsünü daha da şiddetlendirecektir.

O zaman borç neden verilir? Marx'ın da söz ettiği kamu borçlarının, özellikle kapitalizmin ilkel birikim dönemlerinde önemli bir işlevi vardır. O da yayılmacı, "kolonyalist" kapitalist ülkeler, sömürge ülkelerini uluslararası iş bölümü çerçevesinde üretime zorlamak ve dış piyasalara bağlamak için ulaşım ve şehirlerin alt yapı yatırımlarını sağlamışlardır. Bu harcamaların finansmanı ise, sömürge ülkelerinin işbirlikçi yönetimlerinin çıkardıkları devlet bonoları sayesindedir. Böylece kolonyalist ülkeler hem sömürge ülkelerinde kendi sanayi üretimlerinde gerekli olan hammaddelerin üretilmesini sağlamış, hem altyapı yatırımlarını yaparak kendi şirketlerine iş sahası yaratmış, hem de sömürdükleri ülkeyi borçlandırarak yapılan yatırım harcamaların finansmanını da sömürge devletinin maliyesine yüklemeyi bilmişlerdir.

Peki, neden emperyalist ülkeler dış pazarlara açılma ihtiyacı duyar? Lenin kapitalizmin 20'nci yüzyılın başında tekelleşerek değişime uğradığından bahseder. Bu büyük dönüşüm Marx'ın Kapital'de bahsettiği, kapitalizmin tarihsel süreci ile ilintilidir. Bu süreç içinde kapitalist şirketler birbirleriyle rekabet etmek zorunda kaldıklarından dolayı üretimde sabit sermaye kullanımı artacak ve bu da sermayenin organik yapısı üzerinde etkili olacaktır. Bir başka deyişle rekabet halindeki şirketler daha fazla makineleşecek ve bu durum da emek verimliliğinin artmasına sebep olacaktır. Kapitalizmin temel kuralının sermaye birikimi olduğuna göre, kapitalizmin yeniden üretimini sağlayacak ve bu süreç kaçınılmaz olarak üretim artışına bağlı krizlere neden olacaktır. İşte burada Lenin, kapitalizmin klasik yorumundan farklı bir yorum getirerek, şirketlerin birbirleriyle rekabet edemeyeceklerini anladıklarından güçlerini birleşeceğinden bahseder. O zaman Lenin söylediği bildiğimiz liberal ekonomi politikadan farklıdır, çünkü serbest rekabete dayalı bir sistem yerine tekelleşen, güçlerini birleştiren şirketlerden bahseder. Kapitalizmin kronik üretim fazlasından kaynaklanan fonları vardır ve bu durum o ülkeleri sermaye ihracına teşvik eder. Kapitalist ülkelerdeki emek sömürüsüne dayalı sermaye fazlalığı aslında emekçilerin yaşam koşullarının bozulması pahasına gerçekleşmektedir. Lenin' e göre çalışanlar sefalet çekmeselerdi, sermaye birikimi de gerçekleşmezdi. Kapitalist sermayenin ihracının tek nedeni vardır: o da daha yüksek kârlar elde etmektir. Dolayısıyla ihraç edilen bu sermaye fazlalığı emekçinin alım gücünü yükseltmek için değil (çünkü böyle bir durum kapitalistin kârının düşmesine neden olacaktır) kapitalistlerin kârlarını daha da arttırmak içindir. Dolayısıyla dış borçların borçlanan ülkelerin emekçilerinin yaşam koşullarını bozacağı aşikârdır.

Kapitalist ülkeler tarafından verilen borçların takibi nasıl olmaktadır? Bu borçlanma süreci, borç veren merkez kapitalist ülkelerin borçların ödenebilmesini kolaylaştırmak üzere, çevre merkez ülkelere "yapısal uyum" programı uygulatmasıyla devam etmektedir. Buna borçlu ülke ve ülkelerin mercek altına alındığı borçların takip edilme süreci de diyebiliriz. Yapısal uyum programı sürecinde, çevre kapitalist ülkeler daha fazla piyasanın zorunluluklarını kabul etmek zorunda kalacaklardır. Böylece iç ve dış sermayedar, çevre ülkenin toplumu yönlendirme vazifesi gören, baskıcı devlet politikalarından sıyrılıp, daha rahat kârlarını maksimize etme şansı bulacaklardır. Bu uygulamalar yeni değil çok eski zamanlara dayanmaktadır. Ellen Meiksins Wood'a göre kapitalizm "ekonomik kanunları mümkün olduğu kadar evrensel çapta kabul ettirme ihtiyacı ile aynı zamanda bu evrenselliğin sermayenin kendisi için taşıdığı zararlı sonuçları sınırlama ihtiyacı" duymaktadır. Böylece uluslararası sermayenin, klasik ekonomi politikanın aksine merkezileşmesi, tekelleşmesi söz konusudur. Dolayısıyla merkez kapitalizm, çevreyi istediği biçimde şekillendirebilme gücüne sahiptir. Bu süreçte temel çıkar, emperyalist ülkelerin çıkarlarıyla çevre kapitalist ülkelerdeki sermayedarların çıkarlarının örtüşmesidir. Bu da sermayedarların kârlarını arttırabilmeleri için çevre ülkelerde yapısal reformlar yapıp önlemler alınmalıdır. Bu durum aynı zamanda çevre az gelişmiş ülkelerin borçlanmalarını sürekli kılacaktır ve beraberinde gelir dağılımını da bozacaktır.

 

yazici   mail