www.soL.org.tr
'Liberaller' ne yapacak?
Metin Çulhaoğlu 23 Şubat 2008, Cumartesi

Siyaset gündemini işgal eden bunca soruya bir yenisi daha eklendi: AKP iktidarı ile araları açılan "liberaller" bundan sonra ne yapacaklar?

Soruyu yanıtlarken, öncelikle, bu kesimin ne yapmayacağını veya yapamayacağını ortaya koymak belki daha ön açıcı olur. Bu ise, Türkiye'deki "liberal" kesime kimi özellikleriyle birlikte biraz daha yakından bakmayı gerektiriyor.

Bir kere, "liberalizm" dendiğinde ortada öyle aman aman bir düşünsel-siyasal akım yoktur. "Liberal" diye tanımlananlar, çoğunluğu eski solcu olmak üzere, tek tek sayılabilecek medya mensupları ile akademisyenlerden oluşmaktadır. Çoğu eski solcudur; ama bir iki istisna dışında, solculukları döneminde Marksizm'le ciddi bir yakınlıkları olmamıştır. Ardından, solculuk dönemlerini kapatınca, Türkiye'nin düşünce tarihinde zayıf bir yeri olan Prens Sabahattin-Ağaoğlu Ahmet-İdris Küçükömer çizgisine ciddi bir rötarla iltica etmişlerdir.

Böyle rötarlı bir ilticadan sonra başka aranışların gündeme gelmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, "liberaller" hep orada kalacaklardır. Kaldıkları yerde, demokrasicilik, mozaikçilik ademi merkeziyetçilik, yerelleşmecilik ve sivil toplumculuk yapmaya devam edeceklerdir.  

İkincisi, Gramsci'nin "geleneksel aydın-organik aydın" ayrımına başvurmanın tam zamanıdır. Türkiye'de "geleneksel aydın" kategorisi artık devrini doldurmuştur. Günümüz koşulları, aydına, bir kesimin organik aydını olmaktan başka alternatif bırakmamaktadır. Ancak, "organik" aidiyet, temel sınıflara olabilir, siyasal iktidarlara değil. Siyasal iktidarların sözcüleri, destekçileri, kalemşorları vb. olabilir, ama organik aydınları olamaz. Türkiye'deki "liberaller", sermaye sınıfının organik aydınlarıdır.

Dolayısıyla, "liberallerin" oynayabilecekleri alan, sermaye egemenliği ile siyasal iktidar arasındaki açıyla sınırlıdır.  Bu açı büyürse, "liberaller" sermaye tarafına koşarlar; oradan birtakım sinyaller, mesajlar beklerler. Tam oraya koşmayanlar ise, kaldıkları yerde sermaye ile siyasal iktidar arasında yeni bir uzlaşmanın zeminini yoklarlar. Yoksa ikirciksiz ve tam boy AKP'ci olmaları pek mümkün değildir.

Sermayeye koşanlar, sermayenin yeni bir siyasal projesi olmadığını anlarlarsa, bir süre sonra birtakım gerekçeler de bularak eski yerlerine dönerler. Bu yer bellidir: "Yenilikçi, açılımcı, AB'ci hamlelerinde AKP'ye tam destek, yanlış yönelimlerinde ise demokrasi sınırları içinde eleştiri..."

Daha fazlasını yapamazlar.

Üçüncüsü, "liberaller" de kendi konumlarında birtakım reel ikilemler, açmazlar ve sıkıntılar yaşayabilirler. İkilem şuradadır: Sermayenin organik aydınları olsalar bile, onlara canlılık ve dinamizm kazandıran, kimi "ütopyalarını" besleyen ve "vizyon" kazandıran yakıt, iddialı siyasal iktidarlardan gelmektedir! Başka bir deyişle, liberallerin üssü sermayenin alanıdır; ama bu üsten "hamleci" ve "vizyon sahibi" siyasal iktidarların uçağına binmektedirler.  Dün Özal'dı, bugün AKP. Bu, liberaller için ciddi bir ikilemdir. Çünkü kimi durumlarda ya yardan ya da serden vazgeçmek gibi sıkıntılı eşiklere de gelinebilmektedir.

Bu durumda, ser yerine yardan vazgeçip sermayeye yöneleceklerdir. Belki bir daha uçağa binemeyeceklerdir, ama en azından yerlerini sağlama almış olacaklardır.  

Dördüncüsü, dozajı değişmekle birlikte, aydının tarihsel tanımına içkin "aracılık" sendromu liberal çevrede de görülür. ABD ile Türkiye, AB ile Türkiye, Türkiye ile Kürtler, Orta Doğu ülkeleri ile Türkiye, sermaye çevreleri ile bürokrasi, cezaevi yönetimleri ile mahkûmlar ve akla gelebilecek başka her tür sorunlu ilişkide liberaller büyük bir iştiyakla aracılık yapmışlardır.

Aydına içkin olabilen aracılık, Türkiye'nin liberal aydınında çöpçatanlığa dönüşmüştür.

Gene bunu yapacaklardır. Geldikleri noktada, çöpçatanlık misyonlarının odağına sermaye ile AKP iktidarı arasındaki ilişkileri yerleştireceklerdir.

Beşincisi, liberallerin vizyonları veya ütopyaları, bu kez "aydın" tanımını eksiltecek ölçüde dış odaklı, pragmatist ve darwinisttir. Daha açık söyleyelim: Bunca evrenselci, anti-milliyetçi ve kaynaşmacı retoriğe karşın liberallerin temel vizyonu, başka ülkelerin üzerine basarak yükselecek, önce bölgesel sonra dünyasal güç konumuna gelecek bir Türkiye'dir.

Vizyon böyle olunca, liberallerin, hadi Avrupa Birliği'ni geçtik, ABD'ci olmamaları, her tür gelecek kurgusunun odağına ABD ile yakınlaşmayı koymamaları mümkün değildir.

Elbette kendileri buna "gerçekçilik" diyeceklerdir, ama sonuçta resmen ve alenen ABD'cilik yapacaklardır.

Zaten, ütopyaları da hep insansız, mekân odaklı ve dış referanslıdır. Asıl dertleri Kürt emekçiler değil, Diyarbakır'ın nasıl BOP'un "yıldızı" olacağıdır. İstanbul onlar için Nazım'ın, emekçilerin, Davutpaşa'da, Tuzla'da sermayenin kâr hırsına kurban gidenlerin kenti değil, geleceğin uluslararası finans merkezidir.

Liberallerden biri geçenlerde AKP iktidarının yarattığı düş kırıklığının ardından ütopyalarından vazgeçtiğini, Türkiye'yi artık karamsar gözlüklerle izleyeceğini yazıyordu. Vazgeçtiği "ütopyalardan" biri de, Kapadokya'nın Las Vegas'la aşık atacak bir merkez haline gelmesiydi...

Liberal vizyon ve ütopya, bu kadardır.

Liberal tahayyülün Las Vegas'ı, Disneyland'i, Antalya'daki Kremlin'i, Davos'u, Kuala Lumpur'u ve elbette Brüksel'i aşması mümkün değildir. 

"Liberallerin" yapabilecekleri iş, dolanabilecekleri alan da bu kadardır. 

Sonuç olarak, bundan sonra ne yapacaklarının da pek önemi yoktur.
         

yazici   mail
Mafyanın başbakanı
Jürgen Elsässer
Savaş oyunları
Kemal Okuyan
'Liberaller' ne yapacak?
Metin Çulhaoğlu